Ana içeriğe atla

22’sinde “Delikanlı” Bir Ölüm: Kaan İnce




                                   "ve ben güzün ağlayacağım,
                                     sulara çekileceğim dönerken balıkçılar,
                                     yakamoz göreceğim dümensiz simsiyah gözleri,
                                     öleceğim, 
                                     ve ben..."




Kaan İnce, çok genç yaşta uçup gidenlerden, aramızdan biri, sıkı bir şair, 2 şubat 1970'de Ankara'da doğar. ilk, orta ve liseyi Ankara'da bitirir. 1986'da şiirle ilgilenmeye başlar. 1990'da Ankara üniversitesi sosyoloji bölümüne girer. Ocak 1991'de milliyet sanat genç şairler köşesinde ilk şiiri yayımlanır. Çağdaş Türk Dili, yazılı günler, damar, karşı dergilerinde şiirleri yayımlanır. Nisan 92'de Yaşar Nabi Nayır şiir yarışmasında "mektup" şiiri yayımlanır. 1992'de "gizdüşüm" adı altında yazdıklarını bir yayınevine verir. 11 Ağustos 1992'de, İstanbul Kadıköy'de, Ümit Otel'inde 05.00'de atlayarak canına kıyar.
20 Ocak 1993'de "Kaan İnce Kültür ve Sanat Vakfı" kurulur. Ekim 1993'de de "izlek" dergisi çıkar. 


Afşar Timuçin, kitabın önsözünde "kaan'ın bıraktığı" başlığı altında şöyle der: "Zamansız ölüm yoktur, erken ölüm vardır. Ölüm ölümdür. Şu ya da bu şekilde oluşu bir şeyi değiştirmez. Yaşamı savunmak gerekir, ancak ölmeyi bilmek de bir şeydir. Bazen ölüm bizi yakalar, bazen biz yakalarız ölümü elimizle." 


"mektup" şiiri: 


yarım kalmış acılar denizi pencereme konardı geceyle, savrulurdum. gözyaşı kokusuyla dolu bir kuğu, zamanın sonuna kalkan, sürgünümdü; göz mavisi duman, sessizliğim. aktım ölü deniz kızıyla gökkuşağı saklı mektubun içine, pulumuz rüzgar oldu, postacımız güvercin. civa gibi eridik kabımızda. kırmızıya gittik. hemen yokladım yüzümü yağmurun yuva yaptığı ellerimle. iyice şaşırmıştı alıcısı vapur ıslığımızın. saplandı gözlerimin ışığı yeni güne. 
mermer bir kayıkla geri döndük 
diğer yarısına acının, 
usulca çekildi deniz, 
son bulduk, yenildik. 
artık yataksız bir liman yüreğim, soğuk ve loş. kırık 
düşlerim. serçelerde gözlerimin buğusu. buruk içim. 
böylesi bir yenilgiyi beklemediğim için 
sabahın en serin ucunda bağıran ben 
intihar edecekmiş gibi sıkıyorum 
düşük boynuma asılı sonbaharı. 
çekildi yaşanan hıçkırıklara, yaşanmayan düş kırıntılarımızla boğulduğumuz odaya. düştü saat duvardan, telefon diye çevirdim yelkovanı: imdat. akrep soktu kendini. çan sesleri, ezan sesleri, mart sesi, çatılarda kaldı gecenin gizi. unuttum mektubun içinde boğulduğumu. elveda.




"haritası parçalandı ellerimde gecenin, 
bir yitiriş değil bu, sınırları tutamadım yerinde, gözlerime doldu sular, 
şimdi zaman oynak bir gölge. nasıl başlasak geri dönmemek 
için? hüzünkıran ardında saklanan kalbimle, artık, 
okyanuslara açılmak geçmeli içimden. biliyorum. ama kavuşmalar 
ayrılıktır bazen."



                                                                                                


Yorumlar

  1. Ilk defa bir şiirin duygusunu bu kadar içimde hissettim.ellerinize sağlık çok güzel olmuş.

    YanıtlaSil
  2. Hiç bir yan etkisi olmayan doğal ilaç tadında..bir şiir gerçekten 👐 tebrikler 👏

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Lavinia: Özdemir Asaf

Asıl adı Halit Özdemir Arun olan Özdemir Asaf, 11 Haziran 1923’te Ankara’da, ikizi Neire Özgönül Arun ile birlikte dünyaya gözlerini açar. Özdemir Asaf’ın çocukluğu Ankara’da geçer. Yedi yaşındayken, babasını beyninde oluşan bir rahatsızlık nedeniyle kaybeder. Şair, Diyalog şiirinde babasının ölümünden şöyle bahseder: Babamın öldüğünde aylardan Haziran’dı O elli dördündeydi ben yedi Bir ışık söndüğünde yol yandı O kedi bunları nasıl da bildi   Aile İstanbul’a taşınır. Annesi Hamdiye Hanım Acıbadem’de babasına ait köşkte, Özyuva Biçki Dikiş Kursu’nu açar. Bu arada Soyadı Kanunu çıkmıştır. Hamdiye Hanım saf, arı, temiz anlamına gelen Arun soyadını seçer. Asaf, Kişiye Özel şiirinde o yıllardan şöyle bahseder: Yedi yaşımda Ankara’dan geldim Babasızlığımı getirdim İstanbul’da deniz vardı Denize ilk girişim düşmek yoluyla oldu   Akşam üzerlerini sevmezdim, Annem ud çalardı güneşi batırırken Amcamın ölüm haberi daha gelmedi   1922’de Murat dağlarında y...

Ruhunu Yazılarına Döken Şair: Didem Madak

Bıçağın ucundaydı insanların hafızası. “İnsan unutandır ve insan unutulmaya mahkûm olandır." 8 Nisan 1970 tarihinde, öğretmen bir anne-babanın, ilk çocukları olarak dünyaya geldi Didem Madak. Kız kardeşi Işıl ile birlikte, kitapların hayatlarında çokça yer kapladığı bilinçli bir ebeveyn eğitimiyle yetiştirildiler. İlk çocukluğuna dair güzel anılar biriktirdi Didem. Annesinin sesinden dinlediği çocuk romanları, Burdur’daki evlerinin çiçekli bahçesinde kardeşiyle birlikte geçirdiği zamanlar, bir de annesinin reçelleri yarım kalan çocukluğunun unutulmaz imgeleri oldu. Didem henüz 13 yaşındayken, annesi Füsun Hanım yakalandığı kolon kanserine yenik düştü. O an üzüntüsünü, annesinin terliklerindeki izleri okşayarak giderebildi ama o günlerde hissettiklerini çok sonra, annesini özlediği bir anda, şu dizeleriyle anlatacaktı: Kimi gün öylesine yalnızdım Derdimi annemin fotoğrafına anlattım. Annem Ki beyaz bir kadındır Ölüsünü şiirle yıkadım. Bir gölgeyi sevmek ne demektir bilmezsiniz ...

Sahip Olunamayan Bir Kadın: Tomris Uyar

                 Senfoni “Önce sesin gelir aklıma  Çaresiz kaldıkça hep seni düşünürüm  Güzel olan, dolgun başaklardaki sarışın sevinçli  Sonra cumartesi günleri gelir  Sonra gökyüzü gelir hemen kurtulurum  Bir yağmur yağsa da, beraber ıslansak.” Bir dönemin paylaşılamayan kadını o! Edip Cansever, Ülkü Tamer, Cemal Süreya ve Turgut Uyar’a Türk edebiyatının en güzel dizelerini yazdırmış meşhur ilham perisi! Tomris Uyar denildiğinde akla ilk gelenler, onun için yazılmış aşk dizeleri olsa da başarılı yazar hakkında bilinmesi gereken daha pek çok şey var! Zira kendisi de onun eşi, bunun sevgilisi olarak tanımlanmaktan hiçbir zaman haz etmemiş. O her zaman kalemiyle var olmak, şayet bir şeyden dolayı eleştirilecekse sadece yazdıkları üzerine yorum yapılmasını istemiş. Birilerinin gölgesinde kalmaktan, birilerinin şiirler yazdığı kadın olarak anılmaktan hi...