Ana içeriğe atla

Tutunamayanlar: Oğuz Atay





Gerçekle düş birbirine karışıyor, yalanın nerede bittiğini anlayamıyoruz. Tutunacak bir dalımız kalmıyor, tutunamıyoruz…








Tutunamayanlar belki de üzerinde yorum yapılması en zor yapıtlardan biri. Çünkü roman, diğer romanların aksine söyleyiş biçimi olarak, karakterlerin okuyucuya yansıması olarak birbirinden çok keskin bir şekilde ayrılıyor. Oğuz Atay bu romanda modern insanın nasıl topluma hatta bir noktadan sonra kendine yabancılaştığını hüzünlü sayılabilecek bir mizahla ve ince detaylarla anlatıyor. Benim ve daha birçok okuyucunun romanı sevmesinin nedeni Selim Işık’ın aslında içimizde kaybolmuş bir öz benliği yansıtması. Onun bocalamaları, durumlar karşısındaki tavırları ve düşünceleri okuyuculara oldukça tanıdık geliyor. Çünkü aslında her insan tutunamayanlar sınıfına yazarın tanımıyla disconnectus erectus sınıfına giriyor.

Roman 724 sayfadan oluşuyor. Romanın okunmasını nispeten zor kılan özelliği ise Oğuz Atay’ın detaylardan sakınmayan bir dil kullanmış olması. Ayrıca kitapta şöyle bir ifadeye yer veriliyor: ‘Yazık ki her birinci sınıf bir bakkal, dördüncü sınıf bir edebiyatçının üslubuna özendiği için, onu kullanmak zorunda kaldığı için, edebiyatçılar tarafından edebi bakımdan hor görülmektedir. Biz, yani bu dünyanın iki sahibi sen ve ben, bu oyuna gelmeyecek kadar yeterliyiz. Birinci sınıf matematikçi olmak yolunda bulunan bu iki müstesna genç, lisede matematikten belge almış bir edebiyatçının hakimiyetine boyun eğemez. Napolyon gibi gururla söyleyebiliriz: Bizim asaletimiz bizimle başlar. Anlaşılmamak korkusuna gelince: bir edebiyatçının meseleleri de halk için, bir matematikçinin denklemleri kadar belki de daha soyut kalır.’ Bu ifade, kitabın bazı açılardan otobiyografik özellikler taşıdığı da düşünülürse, Oğuz Atay’ın o karmaşık mekanizmasına biraz olsun ışık tutuyor diye düşünüyorum.

Roman bütün olarak dört bölüm ve yirmi bir alt bölümden oluşuyor. Genel olarak kitap daha çok kişilerin ruh halleri ve bu durumlarının toplumla olan etkileşimlerini yansıtıyor. Kitaptaki iki ana karakter Turgut Özben ve Selim Işık. Turgut ve Selim normalde okuldan iki eski arkadaştırlar. Bir gün Turgut Selim’in intihar ettiğini gazeteden okur ve bu olay onu derinden etkiler. Daha sonra ölen arkadaşının hayatını araştırmaya çalışır. Selim’in eski arkadaşlarıyla tanışır. Bu arkadaşlardan biri olan Süleyman Kargı Selim’in yazdığı şiiri ona gösterir. Bu şiir Selim’in karakterine dair kitapta bize ipucu veren en temel kaynaktır. Alaylı bir mizahla, tarihten benzetmelerle oluşturulan bu uzun şiir Turgut’u etkiler. Araştırmasına devam eden Turgut Selim’in eski bir kız arkadaşı olan Günseli ile tanışır. Günseli ona Selim hakkında birçok şey anlatır. Ve Turgut’un gözünde Selim’in kişiliği daha net bir biçim alır. Selim’in günlüğünü ve yazmış olduğu Tutunamayanlar ansiklopedisini okumasının ardından Turgut alışkanlıklarıyla zincirlendiği hayatından kurtulma arzusu duyar, çünkü bu araştırmaları sonucunda fark eder ki aslında kendisi de bir tutunamayandır. Bunun üzerine evinden ayrılır ve bir trene biner…

Kitapta tutunamayan insan olgusu Selim Işık’ta ve Turgut Özben’de görülür. Ama aslında daha evrensel boyutları olduğu kitabı okuyan biri için aşikardır. Ayrıca kitapta bahsi geçen Olric Turgut’un kendi iç sesi ya da öz benliğidir. Kitabın ilk bölümlerinde Turgut ve Olric arasında çok kısa konuşmalar geçer. Ancak kitabın sonlarına doğru bu konuşmalar, Turgut’un bastırılmış öz benliğine daha çok kulak vermesinin de bir sonucu olarak gittikçe artar.

Kitapta iki çeşit insan tipinin varlığından bahsedilir. Biri normal insanlar yani kendini bulunduğu kültür ve Batı kültürü arasında dengeleyebilmiş, hayatlarında verilen her türlü işi ve sosyal yükümlülükleri layıkıyla yerine getirebilen yani tutunabilen insan. Tutunamayan insan ise olaylar karşısında şaşkındır, her ne kadar öyle hissedilmese de, büyük bir mekanizmanın parçasıdır,  güvensiz, melankolik ve insanlarla olan iletişimlerinde çekingen insanlardır. Bu aciz yorumun ardından kitapta verilmiş olan tutunamayan insan profiline yer vermek istiyorum: 


Garip Yaratıklar Ansiklopedisinden:
Tutunamayan(Disconnectus Erectus):
Beceriksiz ve korkak bir hayvandır. İnsan boyunda olanları bile vardır. İlk bakışta, dış görünüşleriyle insana benzerler. Yalnız, pençeleri ve özellikle tırnakları çok zayıftır.  Dik arazide, yokuş yukarı hiç tutunamaz. Yokuş aşağı, kayarak iner. (Bu arada sık sık düşer) Tüyleri yok denecek kadar azdır.  Gözleri çok büyük olmakla birlikte,  görme duygusu zayıftır.  Bu nedenle tehlikeyi uzaktan göremez. Erkekleri,  yalnız bırakıldıklarında acıklı sesler çıkarırlar. Dişilerini de aynı sesle çağırırlar. Genellikle başka hayvanların yuvalarından (Onlar dayanabildikleri sürece) barınırlar. Ya da terk edilmiş yuvalarda yaşarlar. Belirli bir aile düzenleri yoktur. Doğumdan sonra ana, baba ve yavrular ayrı yerlere giderler.  Toplu olarak yaşamayı da bilmezler ve dış tehlikelere karşı birleştikleri görülmemiştir.  Belirli bir beslenme düzenleri de yoktur. Başka hayvanlarla birlikte yaşarken onların getirdikleri yiyeceklerle geçinirler.  Kendi başlarına kaldıkları zaman genellikle yemek yemeyi unuturlar. Bütün huyları taklit esasına dayandığı için, başka hayvanların yemek yediğini görmezlerse acıktıklarını anlamazlar. (Bu sırada çok zayıf düştükleri için avlanmaları tavsiye edilmez)  İçgüdüleri tam gelişmemiştir. Kendilerini korumayı bilmezler. Fakat – gene taklitçilikleri nedeniyle-  başka hayvanların dövüşmesine özenerek kavgaya girdikleri olur.  Şimdiye kadar hiçbir tutunamayanın bir kavgada başka bir hayvanı yendiği görülmemiştir. Bununla birlikte, hafızaları da zayıf olduğu için, sık sık kavga ettikleri, bazı tabiat bilginlerince gözlenmiştir. (Aynı bilginler, kavgacı tutunamayanların sayısının gittikçe azaldığını söylemektedirler)  Din kitapları, bu hayvanları yemeyi yasaklamışsa da,  gizli olarak avlanmakta ve etleri kaçak olarak satılmaktadır. Tutunamayanları avlamak çok kolaydır.  Anlayışlı bakışlarla süzerseniz, hemen yaklaşırlar size. Ondan sonra tutup öldürmek işten değildir.  İnsanlara zararlı bazı mikroplar taşıdıkları tespit edildiğinden,  Belediye Sağlık Müdürlüğü de tutunamayan kesimini yasak etmiştir. Yemekten sonra insanlarda görülen durgunluk, hafif sıkıntı, sebebi bilinmeyen vicdan azabı ve hiç yoktan kendini suçlama gibi duygulara sebep oldukları, hekimlerce ileri sürülmektedir.   Fakat aynı hekimler, tutunamayanların bu mikropları,  kasaplık hayvanlara da bulaştırdıklarını ve bu sıkıntılardan kurtulmanın ancak et yemekten vazgeçmekle sağlanabileceğini söylemektedirler. Hayvan terbiyecileri de tutunamayanlarla uzun süre uğraşmış ve bunları sirklerde çalıştırmak istemişlerdir. Fakat bu hayvanların beceriksizlikleri nedeniyle hiçbir hüner öğrenemediklerini görünce vazgeçmişlerdir. Ayrıca birkaç sirkte halkın karşısına çıkarılan tutunamayanlar, onları güldürmek yerine mahzun etmişlerdir.  (Halk gişelere saldırarak parasını geri istemiştir)  Filden sonra, din duygusu en kuvvetli olan hayvan olarak bilinir. Öldükten sonra cennete gideceği bazı yazarlarca ileri sürülmektedir.  Fakat toplu, ya da tek gittikleri her yerde hadise çıkardıkları için, bunun pek mümkün olmayacağı sanılmaktadır. Başları daima öne eğik gezdikleri için, engellere takılırlar ve her tarafları yara bere içinde kalır. Onları bu durumda gören bazı yufka yürekli insanlar, tutunamayanları ev hayvanı olarak beslemeyi de denemişlerdir.  Fakat insan arasında barınmaları –ev düzenine uymamaları nedeniyle-  çok zor olmaktadır.  Beklenmedik zamanlarda sahiplerine saldırmakta ve evden kovulunca da bir türlü gitmeyi bilmemektedirler. Evin kapısında günlerce, acıklı sesleriyle bağırarak ev sahiplerini canlarından bezdirmektedirler. (bir keresinde, ev sahibi dayanamayıp kaçmışsa da, tutunamayan, sahibini kovalayarak,  gittiği yerde de ona rahat vermemiştir.) Şehirlere yakın yerlerde yaşadıkları için, onları şehrin içinde, çitle çevrili ve yalnız tutunamayanlara mahsus bir parkta tutarak, sayılarının azalmasını önlemeyi düşünmenin zamanı artık gelmiştir. 


Sonuç olarak kitap muhakkak okunması gereken bir eser. Gerçi gerçekten tutunanların biraz zorlanacağı bir kitap olmuş ama gerek anlatımı bakımından gerek ana fikri bakımından eminim ki Tutunamayanlar insanın kalbine hitap eden, insanı derinden düşündüren, mutlaka başucu eseri yapılması gereken bir roman.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Lavinia: Özdemir Asaf

Asıl adı Halit Özdemir Arun olan Özdemir Asaf, 11 Haziran 1923’te Ankara’da, ikizi Neire Özgönül Arun ile birlikte dünyaya gözlerini açar. Özdemir Asaf’ın çocukluğu Ankara’da geçer. Yedi yaşındayken, babasını beyninde oluşan bir rahatsızlık nedeniyle kaybeder. Şair, Diyalog şiirinde babasının ölümünden şöyle bahseder: Babamın öldüğünde aylardan Haziran’dı O elli dördündeydi ben yedi Bir ışık söndüğünde yol yandı O kedi bunları nasıl da bildi   Aile İstanbul’a taşınır. Annesi Hamdiye Hanım Acıbadem’de babasına ait köşkte, Özyuva Biçki Dikiş Kursu’nu açar. Bu arada Soyadı Kanunu çıkmıştır. Hamdiye Hanım saf, arı, temiz anlamına gelen Arun soyadını seçer. Asaf, Kişiye Özel şiirinde o yıllardan şöyle bahseder: Yedi yaşımda Ankara’dan geldim Babasızlığımı getirdim İstanbul’da deniz vardı Denize ilk girişim düşmek yoluyla oldu   Akşam üzerlerini sevmezdim, Annem ud çalardı güneşi batırırken Amcamın ölüm haberi daha gelmedi   1922’de Murat dağlarında y...

Ruhunu Yazılarına Döken Şair: Didem Madak

Bıçağın ucundaydı insanların hafızası. “İnsan unutandır ve insan unutulmaya mahkûm olandır." 8 Nisan 1970 tarihinde, öğretmen bir anne-babanın, ilk çocukları olarak dünyaya geldi Didem Madak. Kız kardeşi Işıl ile birlikte, kitapların hayatlarında çokça yer kapladığı bilinçli bir ebeveyn eğitimiyle yetiştirildiler. İlk çocukluğuna dair güzel anılar biriktirdi Didem. Annesinin sesinden dinlediği çocuk romanları, Burdur’daki evlerinin çiçekli bahçesinde kardeşiyle birlikte geçirdiği zamanlar, bir de annesinin reçelleri yarım kalan çocukluğunun unutulmaz imgeleri oldu. Didem henüz 13 yaşındayken, annesi Füsun Hanım yakalandığı kolon kanserine yenik düştü. O an üzüntüsünü, annesinin terliklerindeki izleri okşayarak giderebildi ama o günlerde hissettiklerini çok sonra, annesini özlediği bir anda, şu dizeleriyle anlatacaktı: Kimi gün öylesine yalnızdım Derdimi annemin fotoğrafına anlattım. Annem Ki beyaz bir kadındır Ölüsünü şiirle yıkadım. Bir gölgeyi sevmek ne demektir bilmezsiniz ...

Sahip Olunamayan Bir Kadın: Tomris Uyar

                 Senfoni “Önce sesin gelir aklıma  Çaresiz kaldıkça hep seni düşünürüm  Güzel olan, dolgun başaklardaki sarışın sevinçli  Sonra cumartesi günleri gelir  Sonra gökyüzü gelir hemen kurtulurum  Bir yağmur yağsa da, beraber ıslansak.” Bir dönemin paylaşılamayan kadını o! Edip Cansever, Ülkü Tamer, Cemal Süreya ve Turgut Uyar’a Türk edebiyatının en güzel dizelerini yazdırmış meşhur ilham perisi! Tomris Uyar denildiğinde akla ilk gelenler, onun için yazılmış aşk dizeleri olsa da başarılı yazar hakkında bilinmesi gereken daha pek çok şey var! Zira kendisi de onun eşi, bunun sevgilisi olarak tanımlanmaktan hiçbir zaman haz etmemiş. O her zaman kalemiyle var olmak, şayet bir şeyden dolayı eleştirilecekse sadece yazdıkları üzerine yorum yapılmasını istemiş. Birilerinin gölgesinde kalmaktan, birilerinin şiirler yazdığı kadın olarak anılmaktan hi...