Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Ölüm ve Ayakkabı Bağcıkları: Sarah Kane

çaresizlik ziyaretime geldiğinde kendimi asacağım sevgilimin nefes alıp verişiyle birlikte Yirmi sekiz yaşındaydı. Yaklaşık yüz elli adet antidepresan, elli adet uyku ilacı alarak intihara teşebbüs etti. Hastaneye kaldırdılar. İki gün sonra ayağa kalktı. Gece ikide usulca, kimse görmeden hastanenin pis, köhne tuvaletine giderek kendini o pis, köhne tuvaletin kapısına ayakkabı bağcıklarıyla astı. Yirmi sekiz yaşındaydı. Kutu kutu ilaç içtikten sonra kaldırıldığı hastanede biraz güç toplar toplamaz kendisini pis bir tuvalette, üstelik bulabildiği tek şey olan ayakkabı bağcıklarıyla öldürmesinden değil sadece, Kane’in yıllar süren yardım çağrısına dünya olarak hepimizin sessiz kalmasından, onu göz göre göre ölüme yollamış olmamızdan dolayı. Gerçek şu ki intihar edeceğini intihar etmeden önce bir şekilde söylemeyen hiç kimse, ama hiç kimse yoktur. Hepimiz oradaydık ama hiçbirimiz Kane’i duymadık. Kane, tuttuğu günlüklere intihar etmeden önce müteaddit kere “...
En son yayınlar

Ruhunu Yazılarına Döken Şair: Didem Madak

Bıçağın ucundaydı insanların hafızası. “İnsan unutandır ve insan unutulmaya mahkûm olandır." 8 Nisan 1970 tarihinde, öğretmen bir anne-babanın, ilk çocukları olarak dünyaya geldi Didem Madak. Kız kardeşi Işıl ile birlikte, kitapların hayatlarında çokça yer kapladığı bilinçli bir ebeveyn eğitimiyle yetiştirildiler. İlk çocukluğuna dair güzel anılar biriktirdi Didem. Annesinin sesinden dinlediği çocuk romanları, Burdur’daki evlerinin çiçekli bahçesinde kardeşiyle birlikte geçirdiği zamanlar, bir de annesinin reçelleri yarım kalan çocukluğunun unutulmaz imgeleri oldu. Didem henüz 13 yaşındayken, annesi Füsun Hanım yakalandığı kolon kanserine yenik düştü. O an üzüntüsünü, annesinin terliklerindeki izleri okşayarak giderebildi ama o günlerde hissettiklerini çok sonra, annesini özlediği bir anda, şu dizeleriyle anlatacaktı: Kimi gün öylesine yalnızdım Derdimi annemin fotoğrafına anlattım. Annem Ki beyaz bir kadındır Ölüsünü şiirle yıkadım. Bir gölgeyi sevmek ne demektir bilmezsiniz ...

Pavor Nocturnus Ya Da Delikli Uykular: Nilgün Marmara

Yüzü olmayan bir palyaço, elleriyle olmayan yüzünü örtüyor ve ağlıyor. İçerden ağlıyor ve ölüyor. Zaman yüzünü eskitemez çünkü yüzü yok! Yok yüzlü palyaçonun giysisi olması gerektiği gibi oysa, kabarık yakalar ve renk renk kareli tulumu. Yüzüyorlar, saydam ve ılık suyun içinde, şiddetle. Yukarıdan görülüyor bedenleri yarım, belden aşağıları yok. Hızla kayıyorlar sıvının içinden, aşağıya vardıklarında kollarıyla tırmanıyorlar kesik bedenlerini yukarı çekerek adamlar... Benle benim aramdaki farkı görebiliyor musun? Ölüm, yaşayabilmek için sonsuzca kaçındığımız, ama sözcükleri yaşatabilmek için kucak açtığımız... Deniz tepiniyor. Akıl hastanesinde gidişat üzerine sorgulamada, hastalardan biri: ’’ Hepiniz bir gün buraya geleceksiniz, gelecek, geleceksiniz, gelecekler ’’ demiş. Kafka insan vücudundaki karanlığı görmüştü yalnızca, ışığı, aydınlığı gözden kaçırmıştı. Çöl rengi elbise giydim. Beden kaç atom barındırıyorsa o kadar da anlam ve sembol taşır. Hücrelere ...

Dünyaya Tutunamayan Şair: Soysal Ekinci

'' Bir insanın mutluluğu için bin insanı üzdüm, beni affedin''   İLK KISSA Kırkına kadar ne aşk ne ölüm umrundadır insanın Her şey hayvani bir intikam duygusuyla harcanır Düşüncenin ince denizinden güneşe serilmemiş bedenler Durmadan kendine sıcak bir yatak aranır Kırkından sonra bütün ibadetler US’lu bir dost içindir Her anı başka bir pişmanlıkla yaşanır Ki soysuzlar aklanırken kamuda soylular karalanı Soysal Ekinci 1954 yılında Kars'ın Hanak ilçesinde doğdu. Ardahan Yatılı Bölge İlk okulunu, Kars Kazım Karabekir Öğretmen Okulunu ve İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili Bölümü'nü bitirdi. Siyasi düşünceleri ve sosyal kimliği nedeniyle 1979-1981 yılları arasında gözaltında kaldı. Yine siyasi gerekçelerle açılan davalar sonucu 1983-1989 yılları arasında İstanbul'daki cezaevlerinde tutuklu kaldı. 1989 yılında Çağrı adlı kitabı toplatıldı ve hakkında iki ayrı dava açıldı. Cezaevinden çıktıktan sonra değişen değerler...

Bir Şiir Şehidi: Özge Dirik

‘’Kötü huylu bir kist dünya, Tanrının bedeninde’’ Ağustos 2004 tarihli gazetelerde şöyle bir haber yer alıyordu: “26 yaşındaki Özge Dirik, oturduğu apartmanın 10’uncu katındaki dairesinden atlayarak yaşamına son verdi. Polisler, Dirik’in dairesinde yaptıkları incelemelerde kapıda zorlama ve evde boğuşma izi olmadığını söylediler. Komşuları Dirik’in daha önce de intihara teşebbüs ettiğini iddia etti. Özge Dirik’in intihar etmeden önce mektup bıraktığı bildirildi. Dirik’in ‘Vasiyetimdir’ diye başladığı mektubunda daha önce yazdığı 30 şiirin başlıklarını sıralayıp bunların bir kitapta toplanmasını ve kitabın bir nüshasının mezarına gömülmesini istediği belirtildi.” Şairin geride bıraktığı bir avuç şiiri içinde yer alan şu dizeler, aslında hepimizin olan bitene karşı sorumluluk hissetmesi gerektiğini hatırlatmıyor mu: “ve / gömdüler beni / öldürdükleri gibi / özenle”. Özge Dirik’in intiharı “beklenmedik” bir intihar değilmiş. Genç şairin daha önce de buna teşebbüs ettiği...

Vırgınıa Woolf

Kadının varlığına katlanamayan zihniyet; elbette onun yazmasına, okumasına, düşünmesine de karşıdır. "Virginia'nın dikişle arası hiç iyi değildi. İç çamaşırlarını bile çengelli iğneyle tuttururdu. Ekmek ve pasta hazırlama, portakal reçeli yapma ve bir sürü basit yemekleri pişirme konusunda da daha iyi değildi." Bu cümleler ev işlerinde pek az yeteneği olan bir kız öğrencinin karnesinden alınma değildir. Bunlar 20. yüzyılın en büyük kadın yazarlarından biri olan Virginia Woolf hakkında, 1977'de yayınlanan bir biyografiden alınan cümlelerdir. Marcel Proust ve James Joyce gibi çağdaşlarının dikiş, yemek ve pasta pişirme becerisi üzerine eleştirmenler ve biyograficiler şimdiye kadar kafa patlatmamışlardır. Fakat Virginia Woolf bugüne kadar bu ölçütlere göre değerlendirilegelmiştir. Ve kendisi edebi saygınlığına rağmen, zaman zaman "Kadın olarak eksikliğinin" acısını duymuştur. Bunun yanı sıra, Ginia Stephen daha çocukluğunda kesin kararını...

Lavinia: Özdemir Asaf

Asıl adı Halit Özdemir Arun olan Özdemir Asaf, 11 Haziran 1923’te Ankara’da, ikizi Neire Özgönül Arun ile birlikte dünyaya gözlerini açar. Özdemir Asaf’ın çocukluğu Ankara’da geçer. Yedi yaşındayken, babasını beyninde oluşan bir rahatsızlık nedeniyle kaybeder. Şair, Diyalog şiirinde babasının ölümünden şöyle bahseder: Babamın öldüğünde aylardan Haziran’dı O elli dördündeydi ben yedi Bir ışık söndüğünde yol yandı O kedi bunları nasıl da bildi   Aile İstanbul’a taşınır. Annesi Hamdiye Hanım Acıbadem’de babasına ait köşkte, Özyuva Biçki Dikiş Kursu’nu açar. Bu arada Soyadı Kanunu çıkmıştır. Hamdiye Hanım saf, arı, temiz anlamına gelen Arun soyadını seçer. Asaf, Kişiye Özel şiirinde o yıllardan şöyle bahseder: Yedi yaşımda Ankara’dan geldim Babasızlığımı getirdim İstanbul’da deniz vardı Denize ilk girişim düşmek yoluyla oldu   Akşam üzerlerini sevmezdim, Annem ud çalardı güneşi batırırken Amcamın ölüm haberi daha gelmedi   1922’de Murat dağlarında y...