Ana içeriğe atla

Ölüm ve Ayakkabı Bağcıkları: Sarah Kane



çaresizlik ziyaretime geldiğinde

kendimi asacağım

sevgilimin nefes alıp verişiyle birlikte



Yirmi sekiz yaşındaydı. Yaklaşık yüz elli adet antidepresan, elli adet uyku ilacı alarak intihara teşebbüs etti. Hastaneye kaldırdılar. İki gün sonra ayağa kalktı. Gece ikide usulca, kimse görmeden hastanenin pis, köhne tuvaletine giderek kendini o pis, köhne tuvaletin kapısına ayakkabı bağcıklarıyla astı. Yirmi sekiz yaşındaydı.

Kutu kutu ilaç içtikten sonra kaldırıldığı hastanede biraz güç toplar toplamaz kendisini pis bir tuvalette, üstelik bulabildiği tek şey olan ayakkabı bağcıklarıyla öldürmesinden değil sadece, Kane’in yıllar süren yardım çağrısına dünya olarak hepimizin sessiz kalmasından, onu göz göre göre ölüme yollamış olmamızdan dolayı. Gerçek şu ki intihar edeceğini intihar etmeden önce bir şekilde söylemeyen hiç kimse, ama hiç kimse yoktur. Hepimiz oradaydık ama hiçbirimiz Kane’i duymadık.

Kane, tuttuğu günlüklere intihar etmeden önce müteaddit kere “Bu dünyada beni hiç kimse sevmiyor… Bu dünyada beni hiç kimse sevmiyor… Bu dünyada beni hiç kimse sevmiyor…” yazmıştı. İşin kötüsü haklıydı da. Muhtemel ki Kane’e rastlamış olsak biz de çok sevmeyecektik onu. Bu yüzden, ne zaman çok sevmediğim biriyle karşılaşsam Sarah Kane gelir aklıma. 
Birini sevemiyorsam bu, Sarah Kane’i ölüme göndermemizde kendi adıma olan payımdır.  Sevmediğimiz her insan potansiyel bir Kane’dir çünkü.


Sarah Kane’in pek sevilmeyen bir insan olduğu için mi ağır depresyonda olduğu, yoksa ağır depresyonda olduğu için mi pek sevilmeyen bir insan olduğu, tavuk ve yumurta ilişkisi gibi, içinden çıkması zor bir konu. Nitekim, pek de sevimli olmayan kimselerin biz onlara sevgi gösterdikçe kendiliklerinden, sevilecek kişilere dönüşmesi ilginçtir. Birinin sevimsiz davranışını da “Beni sevin! Sevginize çok ihtiyacım var!” yönünde bir yardım çağrısı olarak okumaya meyilliyimdir hep. Sevgiye en çok ihtiyacı olanlar, sevilmesi en zor olanlar.

“- Bir plan yaptın mı?
– Aşırı doz alıp, kendimi astıktan sonra bileklerimi keseceğim…
– Hepsi bir arada mı?
– Yardım çığlığı atacak değilim ya…”

Sarah Kane öldüğünde geride beş tiyatro oyunu ile bir film senaryosu bırakmıştı. Ölmeden kısa bir süre önce tamamladığı 4:48 Psychosis oyunu, henüz hiçbir yerde oynanmamıştı. Sarah Kane’in arkadaşı da olan oyun yazarı David Greig, oyun için yazdığı bir önsözde, 4:48 Psychosis‘in, yazarının ölümünden sonra oynanacağı neredeyse kesin şekilde bilinerek yazıldığı açık bir oyun olduğunu söyler. Oyunun konusu klinik depresyon, çok ağır gelen bir acı, kendine zarar verme ve intihara dair düşüncelerdir ki bunlar o sırada yazar Kane’in bizzat yaşamakta olduğu şeylerdir. Bu nedenle oyunu Kane’in kişisel hayatının realitesinden ayırmak güçleşir. Nitekim Michael Billington The Guardian gazetesinde oyunu “75 dakikalık bir intihar notu” olarak nitelemiştir.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Lavinia: Özdemir Asaf

Asıl adı Halit Özdemir Arun olan Özdemir Asaf, 11 Haziran 1923’te Ankara’da, ikizi Neire Özgönül Arun ile birlikte dünyaya gözlerini açar. Özdemir Asaf’ın çocukluğu Ankara’da geçer. Yedi yaşındayken, babasını beyninde oluşan bir rahatsızlık nedeniyle kaybeder. Şair, Diyalog şiirinde babasının ölümünden şöyle bahseder: Babamın öldüğünde aylardan Haziran’dı O elli dördündeydi ben yedi Bir ışık söndüğünde yol yandı O kedi bunları nasıl da bildi   Aile İstanbul’a taşınır. Annesi Hamdiye Hanım Acıbadem’de babasına ait köşkte, Özyuva Biçki Dikiş Kursu’nu açar. Bu arada Soyadı Kanunu çıkmıştır. Hamdiye Hanım saf, arı, temiz anlamına gelen Arun soyadını seçer. Asaf, Kişiye Özel şiirinde o yıllardan şöyle bahseder: Yedi yaşımda Ankara’dan geldim Babasızlığımı getirdim İstanbul’da deniz vardı Denize ilk girişim düşmek yoluyla oldu   Akşam üzerlerini sevmezdim, Annem ud çalardı güneşi batırırken Amcamın ölüm haberi daha gelmedi   1922’de Murat dağlarında y...

Ruhunu Yazılarına Döken Şair: Didem Madak

Bıçağın ucundaydı insanların hafızası. “İnsan unutandır ve insan unutulmaya mahkûm olandır." 8 Nisan 1970 tarihinde, öğretmen bir anne-babanın, ilk çocukları olarak dünyaya geldi Didem Madak. Kız kardeşi Işıl ile birlikte, kitapların hayatlarında çokça yer kapladığı bilinçli bir ebeveyn eğitimiyle yetiştirildiler. İlk çocukluğuna dair güzel anılar biriktirdi Didem. Annesinin sesinden dinlediği çocuk romanları, Burdur’daki evlerinin çiçekli bahçesinde kardeşiyle birlikte geçirdiği zamanlar, bir de annesinin reçelleri yarım kalan çocukluğunun unutulmaz imgeleri oldu. Didem henüz 13 yaşındayken, annesi Füsun Hanım yakalandığı kolon kanserine yenik düştü. O an üzüntüsünü, annesinin terliklerindeki izleri okşayarak giderebildi ama o günlerde hissettiklerini çok sonra, annesini özlediği bir anda, şu dizeleriyle anlatacaktı: Kimi gün öylesine yalnızdım Derdimi annemin fotoğrafına anlattım. Annem Ki beyaz bir kadındır Ölüsünü şiirle yıkadım. Bir gölgeyi sevmek ne demektir bilmezsiniz ...

Sahip Olunamayan Bir Kadın: Tomris Uyar

                 Senfoni “Önce sesin gelir aklıma  Çaresiz kaldıkça hep seni düşünürüm  Güzel olan, dolgun başaklardaki sarışın sevinçli  Sonra cumartesi günleri gelir  Sonra gökyüzü gelir hemen kurtulurum  Bir yağmur yağsa da, beraber ıslansak.” Bir dönemin paylaşılamayan kadını o! Edip Cansever, Ülkü Tamer, Cemal Süreya ve Turgut Uyar’a Türk edebiyatının en güzel dizelerini yazdırmış meşhur ilham perisi! Tomris Uyar denildiğinde akla ilk gelenler, onun için yazılmış aşk dizeleri olsa da başarılı yazar hakkında bilinmesi gereken daha pek çok şey var! Zira kendisi de onun eşi, bunun sevgilisi olarak tanımlanmaktan hiçbir zaman haz etmemiş. O her zaman kalemiyle var olmak, şayet bir şeyden dolayı eleştirilecekse sadece yazdıkları üzerine yorum yapılmasını istemiş. Birilerinin gölgesinde kalmaktan, birilerinin şiirler yazdığı kadın olarak anılmaktan hi...